19 Aralık 2013 Perşembe

sendromlar...

Hayalkırıklığı birkaç cümleyle anlatılmaz da geçmez de, bitmez de... ama bitmiş gibi yapmak çokca elimizde, hassas dönemlerde ise daha zor, bazen de istenmediğinden zor kadar zor!

midem her sorunla karşılaştığımda bana kazık atan ilk organim, sonra beyin uyuşması geliyor. ama mide öyle bir elegeçiriyor ki beni, alt-üst ediyor ve durduruyor; zaman- yaşananları- algıyı- umudu...

yine bir kriz sabahına uyandım; oysa iyi olmaktan, delirircesine mutlu olmaktan ve tüm bunlara şükretmekten bi hal olmuştum ama demek öyle değilmiş. ellerim ilk defa bomboş; bu bir karar, sonucuna katlanılması gereken bir karar. katlanabilir miyim? hiç sanmıyorum ama çözüm bazen boğulmaktan geçebiliyor.

çokca düşünüyorum; ilahi olan herşeyi çokca düşünüyorum ve diyorum ki; neden bu kadar yürekten dilememe rağmen, ters köşe oluyorum ? demek dilemiyorum, yani biir kandırma- kanma durumu var, öyle olmalı...

Öfkem sevgiyi alt etti; o da midemi, o da beynimi; beynim ise tüm ruhumu... bir bebek çok güçlü büyütülmeli, çok güçlü hissetmeli, tüm bedeni ve aklı ile sağlam durmalı. Sağlamlığını hissetmeli. Dünya öbür türlüsüne çok fazla çünkü... hassasiyet bu evren için artık gereksiz bir meziyet...


12 Ekim 2013 Cumartesi

Duygusal zihin işte bu!!!

Hep başkalarının hikayelerini dinler ama aslında içine girip, hiç de empati yapamayız ya... Hatta aptal aptal yorumlarımız ile bir de saçmalarız ama aslında dünyanın en mantıklı cümlelerini kuruyor sanırız... ben o kadar çok yaptım ki bunu ve şu an biri yanımda bana akıl verse, empati yeteneğini kullansa, önce özür diler; akabinde suratına iki çakarmışım kadar hırçınım...

İçimdeki bir tür rahatlamı mı, hayal kırıklığı mı, başarısızlık mı; henüz adını koyamadım ama üzgün hissediyorum; yorgun ve kafamı yorgan altına gömecek kadar umutsuz... Neye karşı umut? bilmiyorum... Sanki aksi olsaydı, telaşlanıp, yine aynı şeyleri hissetmeyecektim!!!

Kendimle o kadar konuşur oldum ki, artık kendimi, duygularımı fark edemiyorum; öyleymiş gibi yapmaktan, öylesini kaçırıyorum...

Bir umut girdik bir yola; heyecanlıydım; rahattım, öyle sanıyordum ve birden herşey başka türlü oldu. Artık karmançorman bir haldeyim. Bu akşam tatil için yola çıkıyoruz; hem istedim, ben ayarladım, ben planladım ama şu an en son isteğim buymuş gibi bitkinim; sosyalleşesim de yok, gülesim de ağlayasım da... işin acı tarafı kalsam da kaldığım için aynı duyguyu yaşıyacağım. Nereye gidersem gideyim, ben ben olmaktan çıkamayacğım; içimdeki anlamsız kişiliği silip atıp, gerçeğe varamayacağım...

Hayalimdeki küçük elli, kıvırcık saçlı benliğim beni, ben onu istemedikçe istemeyecek, gelmeyecek. ben de oyunlarıma devam edeceğim. Gitmem gerekiyormuş gibi hissediyorum, her kafam attığında gitmem, sakinleştiğimde gelmem ve hiçbirşey yokmuş gibi devam etmem gerekiyormuş gibi, öyle mi bilmiyorum ama bu değil! o da değil, şu hiç değil!!!

24 Eylül 2013 Salı

Vicdan ile Ego arası bir duygu

Eylül ayı ölü ayı derler... Herkes sorgular; aptal cesareti gelir, kırar döker ve Ekim'e yeni bir başlangıç yapar...
Herkes mutsuz ve fazlasıyla mutsuz. Benimse hissettiğim duygu, geçmişimden gelen anılarımdaki vicdan ve egoda sıkışıp kalmış olmak...
Son yazımdaki gibi Beni Affet'i dinliyorum... Bazılarının beni fazlasıyla affetmesini istiyorum. Vicdanım yalvarırcasına, gözlere bakıp, "Affet" demek istese de, egom başka telden çalıyor... Kuyruk sıkışınca sığınılan geçmişte boğulmak için yanlış zaman... Hava yeterince depresif, ilgi fazlasıyla dağınık zaten. Ama başka bedenlere değen başka ellerin, gözlerdeki izlerin başka göz bebeklerinde parlamasının ne demek olduğunu anladım sanırım; ilahi adalet bana bunu bu tarafta gösterdiği için de mutlu olmalıyım ve didişmeyi bırakmalıyım...
Dün yıllardır görmediğim arkadaşıma ulaştım, sesini duydum; pırıl pırıldı... Başka bir kadının kocasını aldattığını, başkaca bir kadının ise kocasından boşanmadan, başkasından hamile kaldığını duydum, duydum da, algılayamadım. Cesaretlere bakmak, anlamak istedim ama sonra tarih izdüşümü hatırlattı, o cesareti yakınen tanıyanlardan değil miydim? İnsanın önüne arkasına bakmadan, hiç vicdan yapmadan, egosuna nasıl yenildiğini görmemiş miydim, yüreğime en ağır tecrübeyle?
Ben Aşk'ı anladığımı düşünüyorum, başka bedenlerde bulunan huzuru, aynı anda iki yürekte olabilmeyi anlıyorum, anlıyorum ama anlatamıyorum... Sabahattin Ali yazmış; her cümlesinde beni yıllaaar öncesine, o çocuk günlerimize götürmedi mi? kum tanesi kadar sevilen aşıklar değil mi Raif Bey? Hayat aslında sadece bütün aşk izlerinin toplamındaki resim değil de ne?
Vicdanım yönetemiyor üst beni, üst ben ise farkında değil ise realitenin, anlaşmalarını sağlamak lazım bu dünyada... Diğeri zaten meçhul

24 Eylül 2012 Pazartesi

Kayıp Şehir

Beni Affet...

Bugünümün arabesk şarkısı bu... Özcan Deniz ve Ragıp Savaş söylüyor, " Neredesin Firuze" filminden...

Dün Tunç Giritlioğlu'nu toprağa verdik, ondan tam 44 gün önce Bileyda Vural'ı, ondan 7 gün önce Fato Teyze'yi ve ondan da 1 gün önce ananemi, Huriye Aydaş'ı...

ondan da yıllar önce birsürü insanı...

Ananemin ölümüyle başlayan duygum çok ağır oldu, onunla son bir kez daha konuşmayı çok istedim, ne söyleyecektim bilmiyorum; hayatta olsa bu kadar ister miydim bunu onu da bilmiyorum...

Dün Tunç'u toprağa vermek de aynı duyguyu yarattı, neredeyse 2 yıl olacaktı, görmüyorum, konuşmuyorum, umursamıyorum...ama bu başkaymış; şimdi fotoğrafına bakınca garip hissediyorum, bana verdiği son öğütleri düşünüyorum; tebessüm oluyor... bunun yanında birsürü gırtlağına sarılacak konum var ama hiçbir önemi yok, kalmadı. aynı şekilde ananemde de hikaye aynı, hayattayken hiçbir sevgi esamemiz yoktu, şimdi ise kendisi yok

Tunç'la ananemi aynı kefeye koymak değil bu; durum durumu; genel bir hissiyat hali, yani ben de aydınlanan tarafın sebepleri...

Dün dedim ki birini sevip sevmemek, değer verip vermemek başkaymış, ama artık o kişi yoksa ben çokçokçok üzülüyorum... onlar gittiği andan itibaren onlara birsürü şey söylemek istiyorum; muhtemelen gittikleri için. kötü bir egoizm, acil destek istiyor bence...

kayıpları düşünüp, aklıma gelenlerdi, daha çokcası var ama kelimelere dökülmekte gerileme yaşıyorum; sosyal olmaktan öyle sıkıldım ki, sapıkca vaz da geçilemiyor...

hayatı güzel yaşamak lazım, dilediğin gibi, kandırmadan, kırmadan, yıkmadan, geçmeden... hayattayken umurumda deil ama her kepçe toprak da bunun acısını çok yaşayacağım; şimdiden Beni Affedin...

4 Kasım 2011 Cuma

Duygusal Zihin Ol-MA!!!

Bu aralar hiç bir duygusal tepkimemi kontrol altına alamıyorum, böyle içimden haykırasım geliyor, muhtemelen kalan 69 milyon gibi ve bunu saçmasapan şekillere getirmemek için yine kendime yazıyorum...

Bu aralar memleket meselelerine fazlasıyla kafa yormuş durumdayım, herşeyi yarım yamalak yakalayabildiğim için vicdanımın yönüne göre tepkiler vermekteyim.

Terörist pkk asker hakkari ölüm bayrak vatan... bu kavramların hepsi koca bir oyunun ipucu kelimeleri, o yüzden nefret ediyorum gaza gelen yurdum insanının eğriyi doğruyu tartamayıp, yalancı bahar yaşamalarından... sorgulama mekanızmamızın her geçen gün başarıyla köreltildiği şu günlerde, sadece "KORKU" hakim tüm bedenlere, beyinlere, algılara...

Sonra Van'da koca bir deprem, biten giden hayatlar; üzerine binlerce spekülasyon... hergünümü insanlara şaşırarak ve nefret ederek geçirdim ve bir baktım ki ne kadar da yorulmuşum... İnsanların tonlarca beton altında kalmasını hak gören bir zihniyet benim havamı soluyor bir de... o kadar korkutucu, o kadar yıpratıcı ki...bu arada ölüler az aşağıda devam ediyor, aileler sessizce ağlıyor; provakatif milletim "yardım etme, PKK alıyor" diyor, başkaları kıçının üstünden lanet ediyor, bir başkası seni yarı zamanlı terörist ilan ediyor... Hepsi çok yoruyor; hepsi koca bir çöplük...

Sonra 13 yaşındaki kıza kıçının üzerine oturamayacağı kadar tecavüz ediyorlar; hem de asker, hem de muhtar, hem de okul müdür yardımcısı, hem de birsürü BABA...Sonra "kız zevkten 4 köşe olmuş, kuyruk sallamış efendim, ne cezası" diyorlar; başka BABA'lar... o kadar acıtıyor ki...

Bu arada kadınlar hala ölüyor, asker yere yatıyor, silah üretiliyor, tinerci üşüyor, uyuşturucu polis eşliğinde dağıtıma çıkıyor, conconlar artıyor ve herkes aptallaşıyor...

Sen de bu kadar Duygusal Zihin olma canım...

12 Eylül 2011 Pazartesi

SSK Hasta prosedürü

Evet bir tecrübe ile daha karşınızdayım...

Annemin 56. doğumgünü yemeğinde talihsiz bir şekilde hastalandım ve 6 Ağustos'da hastaneye yattım, akabinde 8 gün raporlu olarak günde 3000 mg antibiotik ile yaşamımı sürdürdüm...

İşe dönüp raporumu verdim, masama oturdum çayımı içtim.

Ertesi gün muhasebeden çağırıldım. 2 gün üzeri raporlar kabul edilmiyormuş. Raporumdan biri 5, diğeri 3 gündü. o yüzden maaşımdan 8 günlük ücret kesildi, iş göremez raporu alıp, SSK'ya gidip, 8 günlük ücretimin % 80.ini 20 gün sonra PTT den alabiliyormuşum. ( Bu arada yanlış olmasın, bu bilgilerin hepsine kendim ulaştım)

Memorial hastanesinde yattığım için orayı aradım, SGK ile anlaşmaları olmadığı için raporları geçersiz sayılıyormuş. SSK'yı aradım, raporunuzu Toplum Sağlık Merkezi'nde onaylatıp gelin dediler. Onaylattık, SSK'ya gittik, onay verilen, doktorun kaydı imiş, oysa "İŞ GÖREMEZ" raporu onaylanmalıymış.

Şimdi hastanenin bağlı olduğu Toplum Sağlık Merkezi'ne gidip, raporları "İş Göremez" şeklinde onaylatıp, SSK'ya götürecekmişim. Ama her iki raporumdan da 2 gün kesilecekmiş, onun da %20 si kesilecek ve elime ne geçecek bilmiyorum ama inadım inat, bu sisteme inat, o parayı alacağım...

25 Ağustos 2011 Perşembe

Blog nasıl izlenir?

Etrafımdaki entel dantel insanların yaptığı işleri, yazdığı yazıları, çektiği fotoğrafları küçümseme hastalığına tutuldum; 1 yıl önce U2 konser öncesi bir gavur görevlinin ona su götürdüğüm için, bana " bu kız şahane" demesinden kelli, şahane bir insanım ben:)

Dün alakasız bir departmanda çalışan birinin işten çıkarıldığını ama istifa etmiş gibi lanse ettiğini gördüm, içimdeki pislik hemen "tırmala" dedi.

-Hayırlı olsun, ayrılmışsınız
-Evet çok mutluyum ( bombokum ama çaktırmayacağım)
-Belli, süper gözüküyorsunuz. ( Gayet sinirli ve cadı gözüküyorsun)
-Evet bütün arkadaşlarım ayrıldığım günden beri güldüğümü söylüyor. (ahh yavrum, o sinirden)
-Süper! bir süre dinlenirsiniz
-Tabi tabi hemen tatile çıkacağım ( hah Garantiden işsizlik parası alırsam tabi)

-Bye
-Byeeeee

Hayatımızı çoğu zaman böyle geçiriyoruz gerçi ama işte bazen insanın dalga geçesi geliyor; benim alt metnimi de siz okuyun artık :)

Düşünüyordum bir blog nasıl ve neden takip edilir diye? etrafımdakilerin yazıları beni hiç tatmin edemiyor, her bilgiye çabucak ulaştığımızdan olsa gerek, kimse ilginç gelmiyor; ego "en ilginç sen olmalısın" diyor, ama gel gör ki darmadağın beden ve ruhtan anca bunlar çıkıyor; iç savaş başlıyor; ben ile üst ben arasında yani...

dedikodu mu yapsam, yemek tarifi mi yazsam, Temel fıkraları mı anlatsam, içsel bunalımları mı, kendini geliştirmenin 80 milyon yolunu mu çözsem?

Bilemedim...Bilesim gelmedi; en iyisi ben yemek tariflerinin Nazlı versiyonu ile, tahammülün Kadir biçimini işleyeyeim...

Bir ara, bir zaman...